6 Eylül 2015 Pazar

Masalın Aslı kitabı kütüphanenizde her yaş için mutlaka olmalı


        Vasıf Öngören’in kızı Aslı için hazırladığı, Almanya’da ve ilk basımı Almanca olarak yazılan tek çocuk kitabı. 2 kitaplık bir seri olarak basıldı. Lüksemburg da 1979 Kitap ödülü verildi. Aynı yıl Türkçe de basıldı .Öngören yazdığı tek masal kitabı olan Masalın Aslı  uygarlık ve üretim tarihini masallaştırışı ile benzersizdir… 2 kitap olarak basılmıştır.
       Masalın Aslı birbirini izleyen 10 masaldan oluşur. İlk 6 masalın yer aldığı 1.bölüm "Aydınlıktan Karanlığa" başlığını taşır. 4 masalın yer aldığı 2.bölüm ise "Karanlıktan Aydınlığa".
Masalları bir çocuk anlatır. Anlatmadan önce de masalı dinleyebilmenin ilk koşulunu açıklar, masalı on kişi dinlemek zorundadır. İkinci koşulsa masalı her öğrenenin on çocuğa daha anlatmasıdır.                                                            Çocukluk döneminden başlayarak her yaş döneminde  başucu kitabınız olmalıdır. İlkokul döneminde aileler,öğretmenler bunu çocuklara okumalıdır.Sizin ve çocuklarızın bir solukta okuyacağı bu kitap süper eğlenceli ve yaratıcı olan, seneler geçse tekrar tekrar okunası  bir kitaptır.kitaplarla mutlu kalın.    


              Mahallenin çocuklarına bir masal için bir gün önce görünmeyen arkadaşlarının yanında toplanırlar. Masalı anlatabilmek için 10 kişi olmamız gerek der anlatacak kişi. 10 kişi toplanır. Ve masal anlatılmaya başlanır.
  1. Masal :
Günün birinde 10 kimsesiz çocuk uzak bir ülkede bir araya gelir. Ve oynamak için ırmak kıyısına giderler. Güneş onlara gülümser.
Bakarlar ki, ırmakta balıklar takla atıp duruyorlar, onlar da soyunup ırmağa girerler. Balıklar kendileri gibi ırmakta olan bu çocukları çok severler.
Kurunmak için dışarı çıkarlar. Güneş onlara gülümser. Çocuklar ısınır. Irmağın kıyısı çimenliktir, ve bir de ağaç vardır. Ağacın dallarında kuşlar. Kuşlar şarkı söylemektedir. Onlar da şarkı söylerler. Kuşlar kendileri gibi şarkı söyeleyen bu çocukları çok severler.
Dört bir yanları çiçeklerle doludur. Çiçeklerin tepesinde, Kelebekler dans etmektedir. Çocuklar da el ele tutuşarak dans ederler. Kelebekler kendileri gibi dans eden bu çocukları çok severler.
Derken bir sessizlik olur. İçlerinden biri “çocukların diledikleri gibi yaşamaları ne güzel” der. Diğerleri de onun bu görüşüne katılırlar. Ve “Biz de dilediğimiz gibi yaşayalım” derler.
“Söz mü?”
“Söz”.
Ve böylece 10 kimsesiz çocuk birlikte yaşamaya karar verirler.
Dünya döner ve güneş görünmez olur. Kuşlar, balıklar, kelebekler yuvalarına dönerler. Acıkırlar ama bir şey demezler. Çocuklar da bir ağacın altında, birbirlerine sarılarak uyurlar.
Dünya döner, güneşi çocukların önüne getirir, Sabah olur. Güneş gülümseyerek selamlar onları. Çocuklar neşeyle uyanırlar. Irmağa gidip yüzlerini yıkarlar. Ama 10 çocuğun karınları hala açtır.
“Dilediğimiz gibi yaşamak çok iyi ama karnımızı da doyurmamız gerek” derler. Ve 10 çocuk birlikte yola çıkarlar. Yolda giderken bir delik görürler. Delik yamaçtadır. Çok küçüktür. Yaklaşıp bakarlar ki, bu bir mağara ağzıdır. Çocukların başı mağara ağzına sığar. Derinliklerden gelen ve içinde anlatılmaz renklerin oynaştığı bir ışık görürler. Işık mağaranın karanlığını tıpkı bir yol gibi aydınlatmaktadır.
Çocuklar kendi aralarında konuşurlar ve delikten içeri girerler. Işığın kendilerine gösterdiği yolu izlerler. Sonunda tavan biraz yükselir de ayağa kalkabilirler. Bir süre sonra beyaz camdan bir kapı ile karşılaşırlar. En öndeki çocuk kapıyı iter. Ve kapı açılır. Beyaz boyalı bir odadır bu. İçinde de siyah bir kapı vardır. Siyah kapıyı iterler ama kapı açılmaz. “Ya, beyaz kapı da açılmazsa” diye geçirir içlerinden biri ve kapıyı iter, beyaz kapı açılır. Beyaz kapı açılır açılmaz, siyah kapı da açılır. Diğer çocuklar paldır küldür içeri düşerler.
İkinci odanın duvarları siyahtır. Beyaz kapıyı tutan çocuk, arkadaşlarının düştüğünü görünce, onlara yardım için yanlarına koşar, serbest kalan beyaz kapı kapanır. Beyaz kapı kapanınca siyah kapı da kapanır. 3 çocuk siyah odada kalır, gerisi beyaz oda da.  Siyah kapıyı gene zorlarlar ama açılmaz. Birisi gider beyaz kapıyı tutar. Beyaz kapı açılınca, Siyah kapı da açılır. Siyah boyalı oda’da bir Mor kapı vardır.
Böylece, her oda’nın kapısını birisi tutarak, Beyaz, Siyah, Mor, Kahverengi, Sarı, Yeşil, Mavi, Turuncu, Pembe şeklinde 9 çocuk birer kapı tutarlar. Bir de Kırmızı kapı vardır. 10. Kapıdır. Onu tutar tutmaz bütün kapılar açık kalır.
Bir çocuk kırmızı kapıyı tutarken, 9 çocuk kırmızı kapıyı geçip, bir kuyunun başına gelirler. Kuyunun dibinde, ışığın kaynağını görürler. Kuyunun başında halka olurlar. Halka olur olmaz, kırmızı kapının düzeyinde, kuyunun yan duvarında bir basamak ileri doğru çıkar. Çocuklardan biri bu basamağa çıkınca, ikinci basamak çıkar ve böylece 8 basamak çıkar. Her birine biri çıkınca, geriye bir adımlık yer kalır. 9. Çocuk da buraya gelir. Kuyunun ortasına yürür. Orada bir delik görür. Diz çöküp delikten bakar. Işığın kaynağına varmıştır. Çocuk bu kadar güzel bir şey görmemiştir. Ellerini delikten içeriye sokar, ışığa daldırır.
Ve birden ışık, iki elinin arasında bir maddeye dönüşür. Pırıl pırıl parlayan portakal büyüklüğünde, yusyuvarlak top gibi bir cevher.
Bir daha dener ama ışık başka cevher vermez.
Ve aynı düzenle, mağaradan çıkarlar.
Çocuklardan birisi, “Vay canına, Alnımızdan akan tere bak” der.
İşte çocuklar, “alın teri ile kazanmak” sözü buradan çıkmıştır.
Çocuklar ağacın altına döndüler. “Ah, ah” dedi birisi. “Şimdi bu cevher yerinde et olsaydı. Bir de ateş yansaydı, ne iyi olurdu.”
Çocuk bunları söyler söylemez, cevherden öyle bir ışık saçıldı ki, hepsinin gözleri kamaştı. Gözlerini kapadılar.
Ortada kocaman bir ateş yanıyor, yanıbaşında derisi yüzülmüş bir koyun duruyor. Koyunun bir budu eksik. Çocuklar şaşkınlıkla bakındılar. Cevher yok olmuştu.
Cevher yok oldu diye düşündü birisi, ama bir başkası hayır, cevher koyuna ve ateşe dönüştü dedi.
Koyunu kızartıp elleriyle yediler. Keşke bıçak isteseydik dedi birisi. Tuzu eksik dedi birisi.
Sonra da oh doydum dediler sırtüstü çimenlere yattılar. Hepsi uyudular. Dünya döndü, döndü, güneşi onların önüne getirdi. Sabah oldu.
Çocuklar uyandılar, ırmakta ellerini yıkadılar ve tekrar cevher getirelim dediler. Yola koyuldular.
Cevher çıkardılar, istediklerini söylediler. Cevher istediklerine dönüştü. Ve de arttı. Artan cevheri ağacın dibine koydular. Ev yapmak istediler ama olmadı. Cevher yetmedi.
Her gün gidip cevher getirdiler. Yirminci gün, ev isteklerini cevher karşılayabildi. Evin kırmızı tuğladan duvarları vardı. Nehire bakan duvar baştan başa camdı. Cam duvarda büyük bir cam kapı vardı. Merdivenler renk renk mermerden yapılmıştı. Bir kapı salona açılıyordu. Salonun bir duvarı camdı ve nehre bakıyordu. Saydılar yan duvarlarda üçer kapı vardı, her biri ayrı renkteydi. Her bir oda bir çocuğun oldu. Odalarını çok sevdiler.  Salonda uzun bir masa vardı. Masanın çevresinde 10 sandalye vardı. Her biri bir sandalyeye oturdu. Hesap yaptılar, bu ev bize kaç cevhere mal oldu diye, 30 günlük cevher gitmişti.
Kendileri için bir çocuk ülkesi kurmaya karar verdiler.
Önce bir dönme dolap yaptılar.
Sonra bir atlı karınca.
Uçan salıncak.
Dizi dizi kulübeler.  Kulübenin birinde, şekerleme, diğerinde çikolatalar, pestiller, lokumlar, kuru yemişler dağ gibi yığılmıştı.
Her yere çeşmeler yaptılar. Bu çeşmelerden, her birisi bir renkti. Ve her birinden bir meyve suyu akıyordu.
Çeşit çeşit meyve ağaçları vardı.
Tahtravalliler, kaydıraklar, salıncaklar vardı.
Çocuklar durmadan cevher getirip, ülkelerini güzelleştiriyorlardı.
Balıklar için de kanal ve göletler oluşturdular. Nehirden geçip, kanallara girebiliyorlar, göletlerde oynayabiliyorlar, tekrar nehre dönebiliyorlardı.
Böylece, Kuşlar, Kelebekler, Balıklar ve Çocuklar bu güzel ülkede hep birlikte yaşayıp gidiyorlardı.
Ve bir sabah güneş on başka çocuğu aydınlattı. Bu on çocuğun karınları çok açtı. Bu güzel ülkeyi gördüler. Ağızları açık kaldı. Çevrelerine bakındılar, kuşlardan, kelebeklerden, balıklardan başka kimseyi görmediler.
Kimse yok mu diye seslendiler ama diğer çocuklar cevher çıkartmaya gitmişlerdi. On aç çocuk kulübelere girip bir şeyler yediler. Öğlen birilerinin geldiğini gördüler. Ağaçların arkasına saklandılar.
Cevher çıkaran çocuklar evlerine gidip, yemek yediler ve gece uyudular. Ama ağaçların arkasına saklanan çocuklar, onları izlediler ve gece hiç uyumadılar.
Cevher çıkaran çocuklar, cevher çıkarmaya gittiklerinde, yeni gelen 10 çocuk eve girip cevheri almak istediler ama cevher onlara gelmedi.
2. Masal:
Yeni gelen 10 çocuk cevheri diğerleri gibi dönüştürmeyi denediler, ama dönüşmedi.
İçlerinden birisi, öteki çocuklar bunu kaldırabiliyor, istediğine dönüştürebiliyorlar, onlarda fark var dedi. Korktular ve saklandılar.
Cevher getiren çocuklar o gün kocaman bir taş çeşme yapınca, diğerleri bizi taşa çevirecekler diye çok korktular. Ve kendilerini yerlere attılar. Yalvarıyoruz bizi taş yapmayın diyerek ağlıyorlardı.
Siz kimsiniz, ne işiniz var burada diye cevher getiren çocuklar sordular. Başlarından geçenleri anlattılar. Cevheri dönüştüremediklerini, hareket ettiremediklerini, siz başkasınız dediler.
Cevher çıkaran çocuklar deneme yaptılar, yeni gelenlerin istediklerine dönüşmüyordu.
İşte böylece : insanların kendilerini başka görmesi başladı.
Cevher çıkarmaktan dönerken, birisi, öteki çocuklardan başka olmak benim hoşuma gitti dedi. Benim de dedi bir diğeri.
Bu arada, 10 ayrı yönden 10’arlı gruplar halinde aç çocukların geldiğini, yeni gelen 10 çocuk gördüler. Gelenlerin hepsi açtı. Kulübelere girdiler. Her şeyi  yiyorlar doymuyorlardı. Eve girdiler. Kırıp döktüler. Ne varsa yiyip bitirdiler. Cam kapıyı kırdılar.
Ve 10 küçük çocuk olanları bir bir cevher çıkaran çocuğa anlattılar. Nasıl gizlendiklerini, nasıl korktuklarını anlattılar.
Ve cevher çocuklarla son gelen 100 çocuk arasında kavga çıktı. 10 küçük çocuk, cevher çıkaran çocukların başkalığından bahsetseler de anlatamadılar. Cevher çıkaran çocuklar, cevheri kendilerini koruyacak şekilde kullandıklarında, ancak o zaman 100 çocuk çekildi.
Cevher çıkaran çocuklar evlerine vardıklarında, çok üzüldüler. İlkin kapılarını tamir edip, kendilerine kadar yiyecek ürettiler. Yediler. Ve uyumaya çekildiler.
Ertesi sabah cevher çıkaran çocuklar, 10 küçük çocuğa 100 çocuğu evlerine yaklaştırmamalarını söyleyip cevher çıkarmaya gittiler.
Eve döndüler. Kendilerine ve küçük çocuklara yiyecek dönüştürdüler. Yediler. Ama diğerleri açtı. Yabancılar yiyecek aradılar ama bulamadılar. Yiyecek istiyorlardı.
Küçük çocuklar da 100 çocukla başa çıkamıyorlardı. Bunun üzerine, 100 çocuğun arasından 10 iri çocuk seçtiler. Onlar için birer ekmek ve birer cop oluşturdular. Ama yabancı çocuklar hala bağırıyorlardı. Ama hala bizim karnımız aç diye. Biz de ekmek istiyoruz diye.
3. Masal:
Diğer çocuklar açız diye bağırıyorlardı, ama iri oğlanlar ellerindeki coplarla onları eve yaklaştırmıyorlardı.
Cevherden dönen çocuklar, iri oğlanlar ve küçük çocuklar için de yiyecek dönüştürüyorlardı. O gece cevher çıkaranlardan birisi hiç uyumadı.
On küçük çocuğu yanına aldı, usulca arkamdan gelin dedi. Mağaranın başına birini nöbetçi dikti. Diğer 9 çocuğa kapıları tutturdu ve cevheri kendi çıkardı.
Cevheri getiren çocuk içeri girdi. Çok uykusuzdu, hem de çok yorulmuştu. Odasına girdi ve hemen uyudu.
Diğer dokuz çocuk cevherden iri oğlanlar için ekmek ve zeytin dönüştürmek istediler ama dönüşmüyordu.
Diğer çocuk ağlama seslerine uyandı. Ne var neden ağlıyorsunuz dedi. Cevher bize dönüşmüyor, elimize gelmiyor dediler.
Cevheri çıkaran çocuk ekmek ve zeytin istediğinde dönüştü.
Diğerleri tekrar denediler ama olmadı.

Cevheri çıkaran çocuk ben başkayım dedi. Evet sen başkasın dediler. Yalnız sen başkasın dediler.
Ben hepinizden başkayım, hepinizden üstünüm dedi.
Dokuz çocuk artık sen BAŞKANIMIZSIN dediler.
Başkan o gece hiç uyumadı. Düşündü. Sabah arkadaşlarına, 10 iri çocukla her biriniz, 9 kişisiniz, kendinize birer  çocuk yakalayacaksınız dedi. Başkan küçük çocuklarla cevher çıkarmaya gitti. Çocuklar yakalandı.
Cevheri görünce diğerleri bizi taş yapma, bizi yakma diye bağırdılar. Coplu çocuklar diğerlerini dövmüşlerdi.
Durun diye bağırdı başkan.
Sizler yabani çocuklarsınız. Bizim ülkemize geldiniz, yiyeceklerimizi yediniz, içeceklerimizi içtiniz, dallarımızı kırdınız, balıklarımızı kaçırdınız. Kuşlarımızı küstürdünüz. Düzensizlik getirdiniz. Güzel ülkemizi bozdunuz. Evimize saldırdınız. Camlarımızı kırdınız. Söyleyin bakalım, sizi taş mı yapayım, yoksa yakayım mı?
Hayır, hayır bizi taş yapma, bizi yakma dediler. Karnımız aç bizi bağışla dediler.
Başkan elindeki cevheri yere bıraktı. Cevheri dokuz küçük kelepçe ve zincire dönüştürdü.
İri oğlanlar, çocukların bacaklarına küçük kelepçeleri taktılar ve zincirlerle birbirine bağladılar.
Başkan şimdi bırakın gitsinler dedi.
Yarın yine yabani çocuk yakalayacaksınız dedi Başkan.
Her gün 9 yabancı çocuk yakalandı. Kelepçelendi. Zincire vuruldu.
9 gün böyle sürdü.
Zincire vurulmuş çocuklar dere kıyısında bir arada duruyorlardı. Çoğu açlıktan ayakta duramıyordu. Çevredeki otları yemişlerdi. Sadece yeşil zıkkım dikeni kalmıştı. Elleri kan içinde bu dikenleri söktüler, iri kökünü ayırdılar ve yemeye başladılar.  Çok lezzetliydi. Ama doydular. Sonra iki kat acıktılar. Sonra yeniden diken söktüler.
Zıkkımın kökünü yediklerinde doyuyorlar, sonra iki kat acıkıyorlardı.
Başkan arkadaşlarına, sizler KOLBAŞI olacaksınız dedi. Her birinizin bir coplu çocuğu olacak. Zincirlenmiş 9 arlı çocukları da alıp cevher çıkarmaya gideceksiniz. Zincirli çocuklar bu işi yapmak istemezlerse coplanacaklar.
Herkes sırayla deliğe girecek. Ve çabuk gidilip gelinecek.  Kolbaşılar uyandılar, ve iri oğlanlar seçtiler, bunlara ONBAŞI denildi. Artan iri oğlan a da başkan ona YÜZBAŞI denecek ve bütün onbaşılar ona bağlı olacak. Yüzbaşıya ne yapması gerektiğini ben söyleyeceğim dedi.
Ancak zincire vurulmuş çocuklar, açlıktan ölmemek için zıkkımın kökünü yemişler ve hastalanmışlardı. Kolbaşılar, cevher çıkarmak için bu zincire vurulmuş çocukların ölmemesini istiyorlardı. Başkana çocuklara yiyecek vermeyi önerdiler.  Başkan hayır ben onlar için cevher harcayamam dedi.
Bir kol sahibi, cevher çıkarmak istiyorsak, onlara ölmeyecek kadar yemek vermek zorundayız dedi.
Güçlenmeleri için et yemeleri gerekti. 10 parça eti başkan kabul etmedi. 3 er et parçasından yapılan çorbadan içmelerine karar verdiler. Üçeret dönüştü Ücret oldu.
Başkan deliğin ağzında zincirlerinin çıkarılacağını, cevher çıkarıldıktan sonra da yeniden zincirleneceklerini söyledi.
Cevherler gelmeye başlayınca, her kolbaşı için ayrı bir renk belirlendi. Kolbaşıların elbiseleri çok süslüydü. Cevherin yarısı buna gitti. Kolbaşılar kendilerinde bir başkalık gördüler.
On başılar için de ait olduklara kollara uygun apoletli kıyafetler ve şapkalar yapıldı. Artan cevherin yarısı ile.
Zincire vurulmuş dokuzarlı grup içinde kendi kollarının rengine uygun elbiseler yapıldı. Kötüydüler ama dokuz tane yapılınca cevher tükenmişti.
Birinci kol beyaz, ikinci kol siyah, üçüncü kol mor, dördüncü kol kahverengi, beşinci kol sarı, altıncı kol yeşil, yedinci kol mavi, sekizinci kol turuncu, dokuzuncu kol pembe.
Başkan ve küçük çocuklar uyumaya gittiler.
Siyah onbaşının getirdiği cevherin tamamından yüzbaşıya kırmızı bir elbise, 10 küçük çocuğa kırmızı elbise.
Günlerden bir gün üçeret çorbasına talim eden köle çocuklar ayaklandılar. Beyaz kolbaşıyı, cevher çıkarmaya gittiklerinde yakalayıp kıskıvrak bağladılar. Cebinden anahtarı aldılar.
Bu arada başkan ve diğer kolbaşıları bir aradaydılar. Başkanın canı incir yemek istedi. Cevherden istedi ama cevher dönüşmedi. Cevhere yumruk atmayı denedi. Ancak, cevherin içinden geçip masaya çarpınca canı çok yandı.
4.Masal:
Gördün mü sen de başka değilsin dedi kolbaşılar. O sırada kölelerin kaçtığı haberi geldi.
Bu arada köle çocuklar diğerlerinin de zincirlerini çözmeye başlıyorlardı.
Başkan tüm kolbaşılarına, evlerinize gidin ve cevherlerinizi ateşe dönüştürün dedi, karanlığı aydınlatmak ve kaçan çocukları yakalamak için. Yüzbaşı ve onbaşılar başkanı hala dinliyorlardı. Onlarda denileni yaptılar.
Başkan 10 kırmızılı çocuğa cevher çıkarmalarını söyledi. Bir kişi dışarıda nöbet bekleyecekti. Çocuklardan birine korkma ben sana cevher çıkarma izni verdim dedi. Ve onları yolladı.
Köle çocuklar yeniden yakalandı.
Başkan önce uyandı. Uyanan kolbaşılar, o cevher dönüştüremiyor, başkan olamaz diye kendi aralarında konuşuyorlardı.  Başkana da itiraz ettiler. Sen bizden başka değilsin dediler.
Yeni yapılan çeşmenin önünde herkesin toplanmasını Başkan emretmişti.
Kolbaşılar, çeşmenin yanındaki merdivenden çıktılar. Başkan da arkalarından geliyordu. Kolbaşılar Başkanın başkanlığını tanımadıklarını herkese açıklamaya başladılar ama daha sözlerini bile bitiremeden başkan onları cevher yardımı ile taşa çevirdi.
Bütün çocuklar korku ve şaşkınlıktan ağlıyorlardı.
Başkan, iyi çocuklardı ama beni dinlemediler dedi.
Sen başkasın bizi bağışla diye yalvardılar.
Başkan kolbaşıların yerine kırmızılı çocuklardan 9 tanesini kolbaşı yaptı.
Pembe koldan bir kişi eksikti. Deliğe girmeyen kırmızılı çocuğu pembe koldaki, üçeret mahkumu kölelerden biri yaptı.
Herkes kendi arasında konuşuyordu, demek çocuklardan birisi kaçabilmiş.
5. Masal :
Başkan çıkarılan cevherlerle, ülkeyi duvarlarla çevirdi. Artık yabancı kimse ülkemize giremez dedi.
Başkan kendine saray yaptırdı. Ve sarayı yiyeceklerle doldurdu. Başkanın sarayına kızlar alındı. Başkan oyun oynamak istiyordu. Ama kızlar korkularından başkanı ebeleyemiyorlardı. Kendi aralarında oynuyorlardı. Başkan bu durumdan sıkıldı.
Yüzbaşı da kendi için kız istedi.
Ve kızlar zincire vurulmuş çocukları gördüler. Bunlar bir deri bir kemik kalmışlardı. Güçlükle yürüyorlardı. Ve kızlardan birisi, pembe koldaki, kırmızılı çocuğu gördü. Ona seslendi. Ama çocuk bakmadı. Başını çevirdi. Kız ısrar edince ona baktı. Neden benimle konuşmuyorsun diye sordu kız. Çünkü sen başkanın kızısın yanıtını aldı. Neden bir tek senin elbisen kırmızı diye sordu kız. Çocuk olanları anlattı. Çok üzüldüm dedi kız. Kırmızlı çocuk bir şey demedi. Bu kız mavi elbise giyiyordu.
Mavi elbiseli kız, pembe koldaki kırmızı elbiseli çocukla konuşmaya çalışıyordu. Mavi elbiseli kız Kırmızı elbiseli çocukla arkadaş olmak istedi. Ve oldular. Ve kırmızı elbiseli çocuğu kurtarmak için onbaşılardan anahtar çaldı. Ve kırmızı elbiseli çocuk arkadaşlarının zincirlerini ve kendi zincirlerini çözdü. Başkan ve diğerleri toplantıdayken, sarayı basalım,sarayı basalım diye sesler yükseldi.
Kırmızı elbiseli çocuk, arkadaşlarına, zincirleriniz elinize alın, onbaşılarla karşılaşırsak dövüşeceğiz dedi. Kaçarak özgürlüğümüzü kazanamıyorsak, dövüşerek kazanırız dedi.
Ama saraya girdiklerinde, aç olan köle çocuklar, yiyecekleri görünce dayanamadılar, birliklerini korumak yerine, her biri bir yiyecek ambarına daldı. Kırmızılı çocuk dağılmayalım arkadaşlar dese de kimse onu dinlemedi.
Mavi elbiseli kız ağlıyordu. Kırmızı elbiseli çocuktan başka kimse onu düşünmedi. Ve sabaha kadar konuştular. Çünkü kırmızı elbiseli çocuk yakalanıp bir odaya kapatılmıştı.
Elebaşıları buymuş diye Kırmızı elbiseli çocuk gösterildi. Ve onu, başkan herkesin gözü önünde taşa çevirdi.
Mavi elbiseli kız, yavaşça yürüdü, bir kırmızı gül kopardı. Bir göz yaşı damlası, gülün yaprakları arasına düştü, damlacık güneşte pırıl pırıl parlıyordu. Tıpkı cevher gibi. Az önce cevherin olduğu yere gülü bıraktı.
Daha sonra kırmızılı çocuk yerine bir yabancı çocuk bulundu.  Mavi elbiseli kız da taş olmak istedi. Ama başkan, onu mutfakta yemek yapmakla görevlendirdi. Başkan için ve diğerleri için yemek yapacaktı. Artık oyun oynamayacaktı.
6. Masal:
Mavi elbiseli kız, mutfağın penceresinden bir yığın gölgeler gördü, saraya doğru geliyorlardı. Bekledi ama hiçbir şey olmadı.
Sonra Kolbaşılar, dayak yemiş, aç, zincire vurulmuş çocukların yanına gittiler. Biz size yiyecek verdik ama bizi dinlemediniz, sizi serbest bırakıyoruz. Başkan size cevher çıkarma gücü verdi. İsterseniz çalışırsınız. Çalışırsanız, cevherinizi istediğiniz şeye çevirebileceksiniz, ama 10 parçaya bölecekseniz cevheri ve her parça birinizin olacak. Üretiklerinizin yarısını başkana vereceksiniz, çünkü delik bizim dediler.
Böylece duvarın dışında 9 köy oluştu. Mavi elbiseli kız saray duvarının altından zıkkımın kökünü kırmızı elbiseli çocuğun arkadaşlarının yardımıyla her gün almaya başladı.
Mavi elbiseli kız, başkanın yemeklerine zıkkımın kökünü kattıkça, başkan önce çok doyuyor sonra yeniden acıkıyordu. Durmadan şişmanlıyordu.
Bu arada, gelirleri kontrol etmek için bir de Gelirci Başı atanıştı. Ve bir gün, Başkan Kırmızı elbiseli çocuğun heykelinin önünde düşüp öldü.
Böylece ilk çocuk ülkesini kuranlardan kimse kalmadı.
Beyaz Kolbaşı, yeni başkan seçildi.
Ölen eski başkanı yeni başkan taş yaptı.
Bütün cevher çıkaranlar birinci köyde toplanmışlardı. Mavi elbiseli kızı gördüler. Cevherden gelen 10 çocuk. Cevheri uzun sopalara dönüştürdüler. Başkan ve yanındakiler, çocukların saraya karşı ayaklandıklarını anladılar. Yüzbaşı muhafızlarını aldı. Muhafızların ellerinde uzun kırbaçlar vardı. Cevher çıkaran çocuklar, dönüştürdükleri sopaları ellerine aldılar.
Tam bu sırada Mavi elbiseli kız, Taşları hazırlayın dedi.
Mavi elbiseli kız, başlayın dedi. Çocuklar muhafızların üzerlerine taş yağdırmaya başladılar. Başkan öldü. Artık saray bizi yönetmeyecek. Bizler istediğimiz gibi yaşayacağız dediler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...